Özürlülük bedensel fonksiyonlardaki hasarlardan kaynaklanan kayıpların yarattığı sosyal dezavantajlar olarak tanımlanıyor. Akraba evliliği, gebelik sırasında yanlış davranışlar, aşı olmamak, iş kazaları, trafik kazaları ve silahlı çatışmalar gibi nedenlerle doğuştan veya yaşam sırasında meydana gelen sebeplerle bireyler sakat kalabiliyorlar. Ülkemizde ve halen Avrupa Birliği ülkelerinde özürlüler büyük sosyal dezavantajlara maruz kalıyorlar. Bunun sonucu olarak da sosyal yaşamda eşitsizlikler ortaya çıkıyor.
Bu açıdan bakıldığında, özürlünün ve özürlü olmanın tanımı farklı bir boyut kazanıyor. Uluslararası Çalışma Örgütü özürlüyü tanımlarken iş veya meslek ile ilişkilendirerek, “fiziksel ve zihinsel yeteneklerin azalması sonucu, uygun bir işi elde etme veya koruma imkânında ileri derecede azalma olan kişi” olarak tanımlamış.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, gelişmiş ülkelerde nüfusun yaklaşık %10’u, gelişmekte olan ülkelerde ise %12’si özürlü bireylerden oluşuyor. 2003 yılı Aralık ayında açıklanan Türkiye Özürlüler Araştırması sonuçlarına göre, nüfusumuzun %12,3’ü özürlü bireylerden oluşuyor. Bu da yaklaşık 8,5 milyon kişiye denk geliyor. Bu nüfusun %91,8’i ise on beş ve daha yukarı yaştaki bireylerden oluşuyor. Yine aynı araştırmaya göre, ülkemizdeki özürlü bireylerin yaklaşık %78’i aktif olan işgücüne dâhil değil.
Günümüzde çeşitli nedenlerle özürlü vatandaşlarımızın bir kısmının eğitim düzeyleri düşük, toplumdan soyutlanmış ve temel hizmetlerden yararlanamaz durumdalar. Fiziksel özürlülerin yaklaşık %41’i, sürekli hastalığı olanların ise yaklaşık %47’si ilkokul mezunu. İlkokul sonrası eğitim düzeyi ise oldukça düşük. Yüksek okula devam eden fiziksel özürlü bireylerin oranı sadece %2,4 ve sürekli hastalığa sahip olanlarda ise bu oran %4,2.
Verilere bakıldığında bu konuda ülkemizde ciddi sorunlar var. Yaşanan her gün birçok insan hamileliklerde teşhis yetersizliği, yetersiz beslenme, trafik kazaları, iş kazaları, deprem gibi nedenlerle engelsiz olarak başladığı hayatının geri kalan kısmını özürlü olarak sürdürmek zorunda kalıyor.
Özürlü bireylerin yaşam standartlarında olumlu değişiklikler yaratacak olan geniş bir hizmetler ağının organize edilmesi ve yaygınlaştırılması ile toplumun bu konulara duyarlı yaklaşması çok önemli. Toplumda özürlülük hakkında bilgi sahibi olma oranı arttıkça, özürlülere yönelik tutum ve düşüncelerde meydana gelen olumlu değişimler sonucu toplumsal duyarlılık da artıyor.
İşsizlik dünyada pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de önemli bir sorun ve işsizlikten en çok etkilenen grupların başında dezavantajlı gruplar geliyor. Özürlü bireyin, topluma uyumunda, toplumla bütünleşmesinde bir işe sahip olmaları büyük önem taşıyor. Bunu için de özürlü bireylerin istihdamına yönelik toplumda var olan ön yargıların ortadan kaldırılması ve özürlülerin istihdamının daha fazla artırılması gerekiyor. Özürlü istihdamının sürdürülebilir ve verimli bir hale getirilmesine yönelik olarak yeni yöntemler ve düzenlemeler gerçekleştirilmeli. Unutulmamalı ki özürlüler de yaşamlarını sürdürmek için çalışmak ve bir gelir sağlamak zorundalar. Çalışmak ve hatta severek çalışmak, hayatı güzelleştirerek her insanı mutlu eder.
Genellikle işyerlerinde istihdam edilen özürlü bireylerin özellikleri ve yetenekleri çok dikkate alınmıyor ve yapılabilecek basit işbaşı eğitimleri ile yeteneklerini gelişmelerine önem verilmediği için özürlü bireylerden gerekli verim alınamıyor. İşverenlerin özürlü bireyleri genellikle “statüsü düşük kadrolar” olarak algılaması sebebiyle eğitimli özürlüler bile eğitimlerine uygun bir iş bulamıyor, genellikle vasıfsız ve düşük vasıfta işlerde çalışmak zorunda kalıyorlar. Halbuki özürlü bireylerin çoğu, yeterli çalışma gücüne sahipler veya özel tıbbi/meslekî rehabilitasyon hizmetleri ile yeterli çalışma gücüne kavuşabilecek durumdalar.
Özürlü bireylerin toplumdaki sosyal yaşamla bütünleşmelerinin önünde yoksulluk, ulaşım, fiziksel çevre, rehabilitasyon eksikliği, araç-gereç ihtiyacının yeterince karşılanmaması, eğitim ve istihdam problemleri gibi pek çok engel bulunuyor. Özürlü bireylere mümkün olduğunca normal bir yaşam sunan olanakların oluşturulması, fiziksel ve sosyal engellerin ortadan kaldırılması gerekiyor. İşverenlerin özürlü işgücü istihdamına duyarlılığının artması için, devlet kurumları başta olmak üzere, meslek odaları, ticaret ve sanayi odaları gibi örgütlerin de üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmeleri gerekiyor.
Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde olan ülkemizde, Avrupa Birliği müktesebatı ile uyum faaliyetlerinde özürlü vatandaşların hayatın her alanına tam katılımlarının önünü açacak düzenlemeler yapılmaya çalışılıyor. Ülkemiz çeşitli zamanlarda kabul ettiği uluslararası sözleşmeler, Anayasa ve çeşitli ulusal yasalar ile özürlülerin işe yerleştirilmeden önce ve işe yerleştirilme aşamasında korunmasına yönelik çeşitli taahhütlerde bulunmuştur.
Özürlülük olgusu ülkemizin gündeminde hak ettiği yeri alamıyor. Son yıllarda Avrupa Birliği merkezli uygulamalara bağlı olarak, bu konuda yasal düzenlemelerde bir artış ve iyileştirme eğilimi var. Özürlü dostu istihdam politikalarını içeren bütüncül bir sosyal politika anlayışının günlük hayatımıza işlemesine ihtiyaç var.
Aile içinde, yerel yönetimlerde, üniversitelerde, sivil toplum örgütlerinde, kamu kurumları ve özel sektörde özürlülerin istihdamı, işe hazırlama, işe yerleştirme ve iş yaşamı içerisinde korunma konularında yapılan çalışmalara verilen önemin artırılması gerekiyor. 2008 yılı verilerine göre kamu kurumlarında yaklaşık 51 bin 500 olan özürlü kotasından yalnızca yaklaşık 10 bin kadarı istihdam edilmiş. Aynı durum özel sektör için de geçerli. İşsizlik oranında genel bir azalış olsa dahi bu, özürlü bireyler için çok fazla bir anlam ifade etmiyor.
Genel olarak özürlülük ile istihdam arasında olumsuz bir ilişki var. Cinsiyetin devreye girmesi ile bu ilişki daha bir eşitsizlik halini alıyor. Özürlü kadınlar, Avrupa Parlamentosu’nun yasa tasarılarında da görülebileceği gibi, daha az bağımsızlığı olan ve eğitim ile istihdam süreçlerine daha az dâhil edilen bireyler oluyor. Mevcut veriler dikkate alındığında, özürlü kadınların özürlü erkeklere nazaran daha düşük eğitim düzeyine sahip oldukları ve daha düşük oranda istihdam edildikleri anlaşılıyor.
Bu konuda kamusal hizmetlerin yanı sıra çeşitli fonlardan da yararlanmak mümkün. Sivil toplum örgütleri tarafından geçmiş dönemlerde balık ağı üretimiyle engelli kadınların istihdamı, engelli bilgi masalarını oluşturulması, engelli bireylere yönelik olarak bilgisayar kullanımı konusunda eğitimler, kamuoyunun bilinçlendirilmesi çalışmaları, Türk işaret dilinin öğretilmesi, engelli kadınlara yönelik atık eşyaların evde kullanılmak üzere geri dönüşümü, gümüş el işçiliğinin geliştirilmesi gibi çeşitli projeler yapıldı. 2011 yılı içerisinde, “IPA – Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı” kapsamında “Engellilerin Topluma Kazandırılması” başlığı altında bir hibe programı duyurusu planlanıyor. Bu konuda Özürlüler İdaresi aracılığıyla Türkiye genelinde üretilecek projelere fon sağlanılacak.
Dünyada bu konuda verilen hizmetlerin yaygınlaştırılmasına ait güzel başka örnekler de mevcut. Örneğin fiziksel engelli ve görme engelli kişiler için on yıldan fazla süredir özel turlar düzenleyen Almanya’dan bir tur şirketi, bu turlar ile engelli kişileri ihtiyaçlarına uygun donanıma sahip otellere yerleştiriyor. Firma bu türde aradığı otellerden Yunanistan’da olan bir tanesine de Berlin’deki uluslararası bir fuarda, Avrupa İşletmeler Ağı’nın organize ettiği ikili görüşmeler sırasında ulaşmış.
10-16 Mayıs tarihleri arasında dünyada olduğu gibi ülkemizde de kutlanan engelliler haftasını şimdiden kutluyor ve konuya verilen önemin daha da artırılarak gerekli adımların atılmasını diliyorum.
* Daha önce yayınlandığı yerler:
– 28.02.2011 tarihli kişisel bloğum
– “Trakya İş Dünyası” dergisi Mart 2011 sayısı