Bazı insanlar potansiyeli performansa dönüştürme konusunda, çevreleri tarafından veya toplum tarafından doğuştan şanslı olarak addedilir. Örneğin “doğuştan el becerilerine sahip olmak”, “karşılaştığı olaylar karşısında çok kısa bir sürede çözüm üreterek adapte olabilmek” ya da “maddi varlık açısından sıkıntı çekmeyen bir aile veya çevrede doğmak” gibi. Şimdilik bu guruba giren kişileri “birinci grup” olarak adlandırmak istiyorum.
Bir başka grup insanın bir yandan içi kıpır kıpır sürekli yeni düşüncelerle dolup taşarken; bir yandan da beyni sürekli çözümler üretir durur. Hatta kendisini engelleyemez ve karşılaştığı her durum, olay veya pozisyonda çözüm üretirken bulur kendini. Sürekli bir şeyleri düzeltmek, daha iyiye götürmek için, kendi içinden gelen ve hayır diyemediği, durduramadığı bir arzu vardır. Bu gruptaki kişilere de müsaadenizle “ikinci grup” demek istiyorum.
Bazı insanlar ise mücadeleci bir ruha sahiptir. Bu ruh ister doğuştan gelsin, ister hayat onu bu yönde şekillendirmiş olsun; mesele “günlük ekmeğini çıkarmak” veya “kurtarmaya çalıştıkları hasta” da olsa, mücadeleyi bırakmayı hiç düşünmezler bile. Önemli olan ellerinden gelenin en iyisini yaptıklarını bilecekleri bir mücadeleyi sürdürmeleridir. Bu gruptaki kişileri de “üçüncü grup” olarak adlandırmak istiyorum.
Şimdi, grupları az çok tanımlamış oldum. Eğer “Siz kendinizi hangi grupta hissediyor veya görüyorsunuz?” diye soracak olsam, sanırım hepimiz kendimizi rahatlıkla bu üç grup arasından birinde görebiliriz. Çünkü geçmiş yaşantımızda yaşadığımız tecrübeler veya kendimizi bildik bileli içimizde taşıdığımız o ruh hali bunu bize kolaylıkla söyletir.
Grupları bazı örneklerle açayım
“Matematiğe bir yatkınlığımız varsa”, “kalemi elimize aldık mı harika çizimler yapıyorsak”, “bir ihtiyacımız olduğunda derhal bunu halledebilecek para veya çevreye sahip olan bir kişi isek” ya da Malcolm Gladwell’in “Outliers” kitabında bahsettiği gibi “on bin saat bir işi yaptıktan sonra o konuda uzmanlaşmışsak”, sanırım kendimizi birinci gruptakiler arasında hissederiz.
“İşe gittiğimizde aynı fabrikada aynı buzdolabı motorunu aynı gövdeye sabitlerken, bunu daha hızlı veya daha iyi yapabilmenin yollarını düşünüyorsak”, “maddi imkânları daha düşük başka bir işe girmek zorunda kalsak da aynı şevkle işimizi yapıyorsak”, “önümüze çıkan her türlü engellere rağmen yaptığımız işten vazgeçmiyorsak”, sanırım kendimizi ikinci gruba yerleştirebiliriz.
“Her türlü ekonomik rahatlığa rağmen hayatta kenara çekilmek yerine halen daha işimizi yapmaya devam ediyorsak”, “yaptığımız iş ne olursa olsun sıradan olmak yerine o işe değer katmaya çalışıyorsak”, “sürekli plan yapmak yerine kalkıp harekete geçiyorsak”, sanırım kendimizi üçüncü gruba dâhil edebiliriz.
Yetenek – İstek – Emek üçlüsü
Bu noktada grupları daha somut olarak açayım.
Birinci gruptakiler yetenek sahibi kişiler ve yeteneklerini geliştirerek daha da uzman olmaya çalışıyorlar. Ama yeteneklerinin farkında olup özgüvenlerini patlatmaya da çalışıyor olabilirler. Tıpkı “hızlı koşmasına güvenen tavşanın azimli kaplumbağaya yenilmesi” gibi bir durum onların özgüvenlerini sarsabilir.
İkinci gruptakiler bir şeyleri yapmaya istekli kişiler. Tıpkı bir şıpsevdi gibi sürekli yeni bir şeylerin hayalini kurup duruyorlar. “İsteklerinin olması” çok güzel bir motivasyon kaynağı, ancak bir de harekete geçseler. Bu kişilerin isteklerini doğru yönlendirmeleri ve yeteneklerinin farkında olarak harekete geçmeleri onlar için çok önemli.
Üçüncü gruptaki kişiler iyi niyetlerinin bir göstergesi olarak yaptıkları işe bağlılar ve sürekli olarak çalışıyorlar. Bitmek bilmeyen bir mücadele ile gece yarılarına kadar sürekli çalışıyorlar. Arı olsalar belki bal yapacaklar ama ortada bal da yok. Acaba istekleri yok da mecburiyetten mi yapıyorlar, yoksa yeteneklerine uygun olmayan bir iş mi seçmişler?
Sonuç
Belirli bir konuda doğuştan veya sonradan kazanılmış bir yeteneğiniz olabilir. Ama o konuda iş yapma isteğiniz/motivasyonunuz yoksa veya o işi yapmak için gereken emeği sarf etmezseniz; yeteneğinizin “tek başına sizi başarıya ulaştırması mümkün değil” diyemesek de, en azından “şansa bağlı” diyebiliriz.
Aynı şekilde bir şeyler yapmak için isteğiniz var, fakat bu konuda yetenek sahibi değilseniz veya gerçekleştirmek için gereken emeği sarf etmezseniz başarı yine size uzak gözüküyor. Yeteneğinizi geliştirmeli veya zahmete katlanmalısınız.
Bir başka durumda, sürekli olarak bir konuda emek sarf ediyor, fakat bunu isteksiz olarak yapıyorsanız veya bu konudaki yeteneğinizi geliştirmeye çalışmıyorsanız başarıyı yakalamanız yine zor gözüküyor. Çalışmak tek başına yeterli olmayacaktır.
Yetenek, istek ve emek üçlüsünden en az ikisini, mümkünse üçünü bir araya getirmek; başarıyı yakalama olasılığını oldukça yükseltiyor. Potansiyeli performansa dönüştürme konusunda; öncelikle yetenek, istek ve emek üçlüsünden “hangisi veya hangilerine sahibiz”, “eksik olan yönleri nasıl belirler ve geliştiririz” konularının üzerine gitmekte fayda var.