Bir pilot düşünün. Binlerce düğmenin, karmaşık aygıtların arasında, 84 milyon dolarlık bir makinenin tepesinde oturmaktadır. Yolcular sırayla merdivenleri çıkıp bavullarını baş üstlerindeki bagajlara yerleştirir, hostesler herkesi yerine oturtmaya çalışırken o da uçuş öncesi kontrol listesine bakar. Sistematik olarak her bir kalemin üzerinde durur.
Kalkış öncesinde kuleyle temasa geçer ve hangi piste çıkacağı, hangi yolu kullanacağı, hangi yöne kalkacağı konularında verilen talimatlara göre hareket eder. Kalkış iznini almadan asla kalkmaz. Kalkıştan sonra da kuleyle temasını kesmez ve hava trafik sisteminin sıkı sınırları dışına çıkmaz.
Diyelim ki ineceği yere yaklaşırken bir fırtınaya yakalanır. Rüzgâr, uçağın kanatlarını aşağı yukarı sallamaktadır. Yolcular pencereden yeri değil, kapkara bulutları ve hızlı yağmur damlalarını görmektedir. Hostes, “Bayanlar baylar, lütfen yerlerinize oturup kemerlerinizi bağlayın ve koltuklarınızı dik duruma getirin. Kısa süre içinde inmiş olacağız” diye anonsunu yapar.
Rüzgârın uçağın kanatlarını sallamasıyla ve şimşeklerin görüntüsüyle sinirleri bozulan acemi uçak yolcuları, “Umarım fazla erken inmeyiz” diye düşünürken, tecrübeli yolcular gazete okumakta, koltuk komşularıyla sohbet etmekte ve indiklerinde yapacakları toplantılara hazırlanmaktadırlar. Akıllarında tek düşünce vardır: “Daha önce de böyle fırtınalar gördüm. Güvenli değilse pilot inmez zaten.”
Güvenli olduğunu düşünen pilot inmeye başlar. Tekerlekler açılır. 100 tonluk ağırlığı ve saatte 200 kilometreyi geçen hızıyla uçak piste tekerlek koyacakken bir anda motorlar tekrar gürülder. Yolcular koltuklarına yapışır ve uçak tekrar yükselmeye başlar. Havada büyük bir daire çizerek tekrar piste doğru ilerler. O sırada hoparlörün cızırtısı duyulur. Pilot, “Sayın yolcular, ters rüzgâr nedeniyle inişi pas geçtik. Bir kez daha deneyeceğiz” anonsunu yapar. İkinci denemede rüzgâr yatışmıştır ve uçak salimen yere iner.
Şimdi biraz geri gidip özgürlük ve sorumluluk hakkında düşünelim.
Pilot, çok sıkı bir sistem içinde hareket etmektedir. Sistem dışına çıkamaz. (Pilotun şöyle bir anons yapmasını herhalde istemezsiniz: “Sayın yolcular bir yönetim kitabında yeni okudum, yeni moda yönetim anlayışı gereğince yaratıcılığa olanak tanınıyormuş. Daha serbest davranabiliyor, aklınıza gelen fikirleri deneyebiliyormuşsunuz. Şimdi ben de bu modaya uyup biraz heyecanlı bir uçuş gerçekleştireceğim“) Ama havaalanı müsait değilse başka bir havaalanına inmek gibi en kritik kararları veren, yine odur. Sistemin kuralları ne kadar sıkı olursa olsun tam orta yerde duran bir gerçek vardır: uçağın sorumluluğu ve yolcuların güvenliği bütünüyle pilota aittir.
Burada anlatmaya çalıştığım şey, şirketlerin de hava trafik sistemi gibi sistemlere sahip olması gerektiği değil. Netice itibariyle bir şirketin sistemi başarısız olursa yüzlerce insan çelik yığınları içinde ateş topları gibi can vermez. Uçakta size berbat ikram yapmış olabilirler ama yere tek parça halinde ineceğinize eminsinizdir. Bu benzetmede söylenmek istenen şudur: İyiden mükemmele dönüşmüş şirketlerin içine baktığımızda, aynı pilotlarda olduğu gibi gelişmiş bir sistemin oluşturduğu belli bir çerçeve dâhilinde özgürlüğe ve sorumluluğa yer verildiğini görürüz.
* Kaynak: “İyiden Mükemmel Şirkete” – Jim Collins